
2017’deki “reformla”, sınavlarla müfredat arasındaki makas iyiden iyiye açıldı. MEB’in uygulamaya soktuğu tematik yaklaşım, bütünlükçü yaklaşımın yerini aldı. Dönemleri veya sanatçıları birbirine bağlayan ipler kelimenin tam anlamıyla koparıldı. Örneğin Tanzimat Dönemi anlatılırken sanatçının değişik türdeki eserleri, o sanatçının hayat görüşü, edebî kişiliği, döneme katkısı sırasıyla ortaya konurdu; şimdi şiir temasında yedi sekiz şairin şiirine yer veriliyor, roman temasında beş altı yazardan seçkiler var, öykü temasında yine çeşitli dönemlerden alıntılar yapılmış. Bir sanatçının bir şiirine yer verilirken romanlarına, tiyatrolarına veya eleştirilerine değinilmeyebiliyor.
Adı sıklıkla değişse de niteliği nadiren değişen ulusal sınavların her yıl uygulandığı ülkemizde lise ve ortaokul müfredatları, sayısı hatırlanamayacak kadar değişmiştir. Bilgi düzeyiyle sınırlı kalan ulusal sınavlarla kavrama ve sentez düzeyine erişmeye hevesli müfredat, birbiriyle çelişen iki ayrı sistem hâline gelmiştir. Bunca değişiklik, yeni paket, reform, düzenleme… iki temel sorun yaratmıştır: Daha çok çalışmak zorunda kalan öğrenciler ve müfredata uymak ya da uymamak işte soru bu, diye düşünen öğretmenler.
Eğitimde ilk sıralarda yer alan çoğu ülkede anaokulunda ve ilkokulun iki üç yılında öğretim tematik, ortaöğretimde ve fakültelerde bütünlükçüdür. Hangi sistemin daha iyi olduğunu tartışmak yersiz çünkü ülkemizdeki sınavın tavrı belli: Üniversite sınavı -adı ÜSS’yken de ÖYS’yken de LYS’yken de AYT’yken de- bütünlükçü yaklaşımla daha kolay edinilecek kazanımları yoklar. Örneğin Namık Kemal’e ait olmayan bir eser cevap olarak istenirken seçeneklerde sanatçının roman, eleştiri, tiyatro türlerindeki eserleri bir arada verilir. Artık, bir sanatçının romanları 9. sınıfta, tiyatroları 10. sınıfta, eleştiri ve makaleleri 11. sınıfta anlatılmaktadır. MEB kitabında şiirlerine değinilmemişse sanatçının bu yönünün sınıfta anlatılmaması söz konusu olabilmektedir. Sanatçının içinde bulunduğu döneme çoğunlukla vurgu yapılmamakta, dönemin pek çok sanatçısından hiç söz edilmemektedir. Ancak sınav, ufak çaplı değişikliklerin dışında müfredatın ve kitabın eksik bıraktığı konuları, kişileri, kavramları, dönemleri, eser içeriklerini de sormaya devam etmektedir.
Öğrencilerin yükünün ne kadar arttığını görmemek mümkün değil ama görmezden gelmek mümkün. Neden sonuç ilişkisi kurarak dönemi ve sanatçıları anlayabilmek için sınavlara çok daha erken hazırlanmak zorundalar. Öğretmen içinse başka zorluklar söz konusudur: Sınavın, yazarı bölüp parçalamadan, onu ve eserlerini bir bütün olarak sorduğunu söyleyenlerin karşısına müfredatçılık duvar gibi dikilmektedir. MEB kitabında yer alan sınırlı bilgi, rahatına düşkün öğretmenlerin son sınırı hâline gelmiştir. Müfettiş endişesi ya da bahanesiyle, icat çıkarmayıncı bölüm başkanları “Müfredatta neyse o.” derler.
Öte yandan, bütünselliği bozan sistem yüzünden sınavın sorduğu sorular ancak ezberle yapılır hâle geldiğinden bazı yayınevleri, parçalara ayrılmış bilgi yığınlarını kendilerince kodlayarak “Dişi Örümcek, Anahtar’ı bulup Nilgün adlı kızı kurtarmış ama kendisine Yezid’in Kızı diyen halka karşı çıktığından Sürgün’e yollanmış.” kompozisyonuyla Refik Halit’in bazı romanlarının hatırlanmasına yönelik tuhaf işlere kalkışmıştır.
Ancak olan biten her şey ta yukarıdan onaylıdır, imzalıdır, mühürlüdür. Kitaba uygundur, söylenecek her şey baştan bellidir: “Sınav böyle sorduğu için, müfredatta bu kadarı verildiğinden ötürü, kitapta sadece bunlar var diye…” İşler kitabına uydurulduğu müddetçe tedavinin yanlışlığı dert edilmemektedir. Neyse ki aklın yolu bir ve doğru tedavinin ne denli önemli olduğunu düşünen eğitimcilerimiz işi kitabına uyduranlardan katbekat fazla.